Muhammed Gazalî’nin “İşlerini kadınlara bırakan milletler mahvolur” meâlindeki hadisin bazıları tarafından yanlış yorumlandığına dair beyanlarını bir önceki bölümde nakletmiştik. Gazalî’nin bu görüşünü destekleyen örneklere devam ediyoruz:
KENAN DEMİRTAŞ
– VI –
SEBE’ KRALİÇESİ
Kadının yöneticiliği konusunda bugün pek çok kimsenin hatırlamak istemediği başka deliller de var ve bunlardan birisi, belki de en önemlisi, Kur’ân’da yer alıyor: Sebe Melikesi Belkıs örneği. İşte bu konuda da Muhammed Gazalî’nin söyleyecekleri var:
“Resulullah (s.a.v.) Mekke’de Ashabına Neml sûresini okumuş ve onlara hikmeti ve zekâsıyla milletini imana ve kurtuluşa götüren Sebe Melikesinin kıssasını anlatmıştı. Vahiyle çelişen bir hükmün hadiste varid olması ise mümkün değildir!
“Sebe Melikesi Belkıs büyük bir saltanat sahibiydi. Kur’ân’da hüdhüd kuşunun dilinden o şöyle anlatılmaktadır:
“ ‘Ben kavmine hükmeden, herşeyden kendisine bolca verilen ve büyük bir tahta sahip olan bir kadın buldum. . . .’”[1]
“Hz. Süleyman Belkıs’ı İslâma davet etti, kendisinden inat edip büyüklenmekten vazgeçmesini istedi. Belkıs Hz. Süleyman’ın mektubunu alınca, ona nasıl cevap vereceğini düşündü.
Aldığı her kararda kendisine yardıma koşan devlet adamlarıyla istişare etti. Onlar kendisine şöyle dediler:
“ ‘Biz güç ve kuvvet sahibiyiz, savaş adamlarıyız. Emir senindir, sen emretmene bak!’[2]
“Basiretli kadın, kuvvetine ve kavminin kendisine olan itimadına aldanmayıp şöyle dedi:
“ ‘Süleyman iktidara ve servete düşkün bir zorba mı, yoksa iman ve davet sahibi bir peygamber mi? Bunu anlamak için onu deneyelim.’
“Belkıs, Hz. Süleyman’la karşılaşınca onun durumunu, ne isteyip ne yaptığını araştırdı; karar ve düşüncesinde bir değişiklik olmadı ve anladı ki, o salih bir peygamberdir.
“Hz. Süleyman’ın, içerisinde ‘Bu [mektup] Süleyman’dandır: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla! Bana başkaldırmayın ve bana Müslümanlar olarak gelin’[3] yazılı olan mektubunu hatırladı. Sonra putlara tapmaktan vazgeçmeye ve şöyle diyerek Allah’ın dinine girmeye karar verdi:
“ ‘Ey Rabbim! Ben nefsime zulmetmişim. Ben Süleyman ile birlikte Âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.’[4]
“İşini böylesine güzide kadınlara bırakan bir toplum zarar eder mi?”[5]
Gazalî, daha sonra, işlerini kadınlara bırakan gayrımüslimler ile erkeklere bırakan Müslümanlar arasında ilginç bir karşılaştırma yapmaktan da kendisini alamaz:
“İngiltere, Kraliçe Victoria zamanında altın çağını yaşamıştı. İngiltere şu anda da bir kraliçe ile bir kadın başbakanın yönetimi altındadır ve yine ekonomik gelişmenin ve siyasî iktidarın zirvesinde kabul edilmektedir. Bu kadınları seçenlerin ne kayıpları var?
“Hindistan’da İndira Gandi tarafından Müslümanlara öldürücü darbeler vuruldu, İslâmî oluşum iki parçaya bölündü. Böylece onun kendi milleti için arzuladığı gaye gerçekleşti. Bir müddet sonra Mareşal Yahya Han döndü de, Müslümanların perişanlığını daha da arttırdı.
“Golda Meir’in idareciliği sonrasında Arapların başına gelen musibetler unutulacak cinsten değildir! Onları mahvetmek için yeni bir nesle muhtacız. Bu ise kadın ve erkek meselesi değil, ahlâk ve karakter meselesidir!
“İndira Gandi halkının kendisini yöneticiliğe seçip seçmeyeceğini görmek için seçimler yaptı, fakat seçimlerden beklediği neticeyi alamadı. Daha sonra halkı bir zorlama olmaksızın onu tekrar yöneticiliğe seçti.
“Müslümanlar ise halk istemediği halde yöneticilik yapmak, yöneticiliğin nimetlerinden istifade etmek ve seçimlerde hile yapmak hususunda oldukça mahirdirler! Bu iki toplumdan hangisi Allah’ın hukukunu gözetip yerleştirmeye ve yeryüzünde Onun halifeliğini üstlenmeye daha lâyıktır? Niçin İbn Teymiye’nin şu sözünü hatırlamıyoruz: ‘Şüphesiz Allah zulmeden Müslüman bir devlete karşı, adaletiyle davranan kâfir bir devlete yardım eder.’
“Burada erkekliğin veya kadınlığın bir dahli yoktur. Dindar bir kadın, sakallı da olsa nankör bir erkekten daha hayırlıdır!”[6]
SONUÇ
Bugün, her alanda olduğu gibi, kadının toplum içindeki yeri konusunda da pek çok kimse, kendisine göre delillere dayanarak çeşitli görüşleri öne sürüyor; zaman zaman bu görüşler bir dayatma aracı da teşkil edebiliyor. Çözüm ise, Muhammed Gazalî’nin tesbitlerinde olduğu gibi, konuya bir bütün halinde yaklaşabilmekte yatıyor. Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Bardakoğlu da böyle bir bakış açısının gerekliliğini vurguluyor:
“Toplumsal ve hukukî hayatı ilgilendiren bütün konular gibi, kadın konusunda da, birkaç âyet veya hadisten hareketle yahut önceki bilginlerin sözünden hareketle bir görüşü ya da yaklaşımı bütün zaman ve toplumlar için genel-geçer bir hüküm, bir dogma haline getirmekten kaçınmalı, onu kendi şartları içinde değerlendirerek, o şartlar içinde hangi amaç ve yararları gerçekleştirmeye yönelik olduğunu kavramaya çalışmalıdır. İslâmı anlamak ve yorumlamak kimsenin tekelinde değildir, fakat her önüne gelen kimse de bir âyet veya hadisten hareketle bir konuda alelacele hüküm verme ve yalnızca fıkıh kitaplarında yazılmış olan şeyleri İslâm diye empoze etme hakkına sahip değildir. Konuşmanın veya yazının içerisine bir iki âyet, bir iki hadis serpiştirilmesi, söylenen ve yazılanarın İslâmın önerisi olmasını sağlamaz, aksine manevî değerleri söylenenlerin kabulünü sağlamada araç olarak kullandığından fevkalâde yanlış bir iş yapılmış olur. Her konuda olduğu gibi bu konuda da sözü, meselenin aslını ve değişik boyutlarını bilenlere bırakmak gerekir.”
***
Kaynak: yazarumit.com