Oyuncak toplama yarışı

Ömrümüzden iki ay kaldığını bilseydik, hiçbirimiz bunu bir koltuk takımıyla değiştirmeye razı olmazdık. Ama biz bundan daha da kötü tercihleri bilinçsizce yapıp duruyoruz.

ÜMİT ŞİMŞEK

Bütün insanların ortak bir özelliği varsa, o da sermayeleridir. Kim ne yapacak olsa veya neye sahip olmak istese, o sermayeden harcar. Onu harcamayıp bir köşede biriktirmek de kimsenin elinden gelmez. Fark eden, bu sermayenin ne kadarını nereye harcadığımızdır. Lâkin çoğu zaman onu nereye harcadığımızın değil, harcamakta olduğumuzun bile farkına varmadan tüketiveririz.

Bu sermayemiz, ömrümüzden başka birşey değildir. Kulağa pek hoş gelmeyebilir; ama acı gerçek şu ki, yaşamak için vazgeçilmez derecedeki temel ihtiyaçlarımızı bir yana bırakırsak, biz ömrümüzün çoğunu eşya için harcarız. Çünkü eşya için verdiğimiz parayı kazanmak için ömrümüzün saatlerini, günlerini, aylarını, hattâ yıllarını bozdurmuşuzdur. Elimize kalemi ve kâğıdı alıp da bunun hesabını yapmaya kalksak, ürkütücü sonuçlarla karşılaşabiliriz. Meselâ:

Aylık 1000 lira gelire sahip bir kişi 1500 lira verip de bir koltuk takımı aldığı zaman, bunun insan ömrüne yansıması, bir buçuk aylık çalışmaya denk gelen zamandır. Bir başka deyişle, o kimse, bir buçuk aylık ömrünü koltuk takımı için yaşamış yahut harcamış demektir. Araba, ev gibi alışverişlerde bu maliyet yıllara kadar yükselir. Nihayet sahip olduğumuz ve olmaya çalıştığımız her türlü eşyanın maliyetini üst üste koyduğumuzda, sermayeyi peşin olarak tüketmiş bulunduğumuzu bile fark edebiliriz.

Bu durum, ilk bakışta, gelir seviyesi yüksek olanların lehine görünebilir. Eğer onlar dar gelirlilerin sahip olabildiği eşya ile yetinselerdi, hiç şüphesiz, bu tahmin doğru çıkardı. Çünkü onlar aynı miktarda parayı kazanmak için ömürlerinin daha az kısmını bozdurmak zorundadırlar. Gelin görün ki, harcama eğilimindeki artış, hiçbir zaman gelir seviyesindeki artışın gerisinde kalmaz. Ve kişinin geliri arttıkça, hattâ artma ihtimali ufukta görünür görünmez, aldığı eşyaların da hem fiyatı, hem sayısı, üçer beşer katlanmaya başlar. Zira çağdaş hayatın standartları içinde insanın değer kazanması için gösterişli şeylere sahip olması ve gösterişli harcamalar yapması gerekir. Çünkü çağdaş hayat modeli bizim kendimizde bir değer bulmaz; onun için, bize güya değer kazandıracak şeyleri satmaya çalışır.

Fakat bu satışların sonu bir türlü gelmez. Ne kadar çok eşya alırsak, o kadar çok deniz suyu içmiş gibi, tüketim hararetimiz daha da artar. Zira hayalimizdeki elbiseyi, mobilyayı, arabayı, evi alınca huzur ve mutluluğu yakalayacağımıza inandırılmışızdır. Oysa bize mutluluğu getirecek olan şeye henüz yaklaşmışken, aradığımız şey bizden daha uzaktaki başka birşeyin ardına gizlenir. Fakat ömür tükenmeden ümit tükenmez. Biz her seferinde bir köşe daha dönünce huzura kavuşacağımızı hayal ederek bize pazarlanan şeylerin peşinde koşarız. Böylece, yolumuzun üzerindeki eşyaları toplaya toplaya birgün gerçekten “huzura” kavuşuveririz!

Sade hayat akımının savunucularından Joe Dominguez ile Vicki Robin, bu durumu oyuncak toplama yarışına benzetiyor ve oyunun kuralını “Kim daha fazla oyuncakla ölürse o kazanır” şeklinde özetliyor. Bu gerçeğin Kur’ân’daki ifadesi ise pek keskindir:


“Şunu bilin ki, dünya hayatı bir oyundan, bir eğlenceden, bir şatafattan, aranızda bir övünmeden, mal ve evlât yarışından ibarettir. O bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ekin çiftçilerin hoşuna gider; sonra kuruyuverir de onu sapsarı görürsün. Sonra saman olur gider. Âhirette de çetin bir azap, bir de Allah’tan bağışlanma ve hoşnutluk vardır. Dünya hayatı ise aldatıcı bir menfaatten başka birşey değildir.” (Hadîd Sûresi, 57:20.)


Ömrümüzden iki ay kaldığını bilseydik, hiçbirimiz bunu bir koltuk takımıyla değiştirmeye razı olmazdık. Çünkü biz ömrümüzün son kısmı hakkında o kadar cömert davranmayız. Bugünkü hovardalığımızın sebebi, kendimizi ömrümüzün başlarında hayal etmemizdir. Yirmisinde de olsak, yetmişinde de olsak, bu özelliğimiz değişmez. Nasıl olsa şu eşyayı alınca mutluluğu yakalayacak, ondan sonra da sonsuza kadar yaşayacak değil miyiz?

Gökdelenin tepesinden atlayan kişi on sekizinci katın hizasından geçerken, pencere kenarında duranlar, “Şu âna kadar herşey yolunda” dediğini işitmişler. Yirmi otuz sene daha yaşamayı umanlara, bu birkaç saniyelik iyimserlik pek gülünç geliyor. Ya ebediyet tarafından bakanlar için bizim dünya hayatı hakkındaki iyimserliğimiz nasıl görünüyor acaba?

Üstelik biz düşerken etraftan birşeyler toplamaya çalışıyoruz.