Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin zamanından beri Risale-i Nur’un neşir hizmetlerinde büyük emekleri geçen ve yurt içinde olduğu kadar yurt dışında da önemli açılımlara vesile olan Fırıncı Ağabeyin (nüfus kâğıdındaki adıyla Mehmet Nuri Güleç), tâ 1970’li yıllarda Dr. Osman Birgeoğlu ile birlikte Amerika Birleşik Devletlerinde İngilizce Risale-i Nur neşriyatını başlattığı günlerdeki şaşaalı (!) hayatına dair bazı resimleri, tarihin sayfalarına geçmek üzere, bir galeri halinde aşağıda sunuyoruz.
Dergi çıkmış!
Amerika’daki Risale-i Nur hizmetlerinin iki çilekeş öncüsü: Dr. Osman Birgeoğlu ve Mehmet Fırıncı. Biri üniversite kürsüsünü, diğeri de Türkiye’deki özgür hayatını geride bıraktıktan sonraki halleri resimde görüldüğü gibidir. Ama mutlular! “Nur the Light” dergisinin yeni bir sayısı henüz basılmış; telefonlarla müjde paylaşılıyor. Sene, Milâttan sonra 1975 olmalı. Yani bundan kırk küsur sene önce, neredeyse yarım asır olmuş!
Usta eller iş başında
Baskı ustamız üniversite öğretim üyesi. Dr. Birgeoğlu iş başında.
Bir başka ustamız
Kırım, katlama, ciltleme işleri, Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerinden Mehmet Fırıncı’ya ait. Kendisi bu sahanın önde gelen isimlerinden olur; daha önce yıllarca Risalelerin teksiri ile uğraşmış, hattâ bu işte bazı aygıtlar da icad etmişti.
Paparazziden bu kadar
Resimler kaçak olarak, loş ışıkta ve flaşsız olarak çekildiği için, aksaklıklar hoşgörüle. Hem de tarihî eser oldukları başka nasıl belli olurdu?
Çok partili hayattan esir kampına
Kendisi, Türkiye’de çok partili hayata geçişin hikâyesini anlatırken San Francisco Konferansından başlamayı pek severdi. Fakat kader onu San Francisco yakınlarına attığında, kendisini bir esir kampında buluverdi. Dergi paketlemekten arta kalan zamanlarını bulaşık yıkayarak değerlendirirken görüyorsunuz.
Amerika’daki ihtişamlı hayat
“Fırıncı Ağabey Amerika’da” dendiği zaman kimlerin aklında ne tür manzaraların canlandığını tabii ki bilemeyiz. Fakat işin aslı resimde görüldüğü gibidir.
Uyumak da neymiş!
Fakat ev sahibinin de durumu iç açıcı sayılmaz. Var mı öyle derginin günler süren baskısı bitti diye mışıl mışıl uyumak?
Gerçekleşen rüyalar
Mutlu son: Dergiler postaya verildiğine göre, artık biz de şöyle rahat rahat dergimizi inceleyebiliriz demektir. Tabii, yıllarca peşinde koşulan bir hayalin gerçekleştiğini gören bir dâvâ adamının huzur ve şükran duyguları içinde…
Eser ortada
Abdest hazırlığı yaparken de yeni basılmış bir Risale incelenir: Kapak da fena olmamış sanki.
… Ve Dr. Hamid Algar
Bu arada, olağanüstü İngilizcesi ve edibâne üslûbuyla ilk tercümeleri gerçekleştiren Dr. Hamid Algar’ı da unutmayalım. Hoş, biz unutsak da, İngilizce risaleler basılıp okundukça hasıl olan sevapları onun defterine kaydedecek olanlar unutmaz.
Önceden böyleydi
Nur the Light dergisinin IBM ile hazırlanan ilk sayılarından biri.
Sonra böyle oldu
Derken, foto dizgi denen harikulâde icat çıkar. Compugraphic 48 model fotodizgi makinesiyle derginin çehresinin nasıl değiştiği hemen görülüyor.
Özgürlüğe doğru
Sayılı günler tez geçer. Ve bir gün gelir, Türkiye’ye dönüş yolu görünür. Hazırlanma zamanı.
Havaalanı yolunda
San Francisco Havaalanına doğru hep beraber yola çıkılır. Burası, bir katı gidişe, diğer katı dönüşe ayrılmış, iki katlı meşhur Bay Bridge adlı köprü.
Son dakikalar
Fırıncı Ağabey, Dr. Osman Birgeoğlu ile birlikte, kendisini uçağa çağıracak anonsu bekliyor.
Allahaısmarladık San Francisco
Esaret kampında geçen günlerin izi hemen hemen hiç kalmamış gibi. Az sonra uçak İstanbul’a doğru havalanır. Nerede kalmıştık?
Bir emektar aile
Yıldızların Esrarı kitabının yazarı merhum Hüseyin Demirkan da eşi Huriye Hanım ile birlikte Amerika hizmetlerinin çilesini çekmişti. Resimde, Dr. Osman Birgeoğlu ile aramızda görülüyor; önde ise Hüseyin Demirkan’ın oğlu ve kızı.
Yarım Dr. Birgeoğlu
Dr. Osman Birgeoğlu’nun yarısı. Paparazzilere görünmemek için duvarı siper yapmış; yoksa kabahat fotoğrafçıda değil.
Teknolojide büyük devrim!
Efsanevî Compugraphic 48. Firmanın ürettiği makinelerin 12’ncisini almıştık.
İyi bilirdik
Rahmetlinin biraz daha yakın bir pozu.
Bir “tabiat” macerası
Duvarda asılı Nur mecmualarına bakılırsa, 1976’a gelmiş olmalıyız. Bunlar, Compugraphic 48 ile dizilmiş nüshalar. O günlerden bir gün, Tabiat Risalesinin tercümesi biter. Teneffüs için bisiklete atlanır, derken bir markete uğranır.
Beni açarken seyredin
Marketin çiçekler reyonunda bir grup çiçek, üzerlerinde “Beni açarken seyredin” yazılı etiketiyle müşterileri kendilerine çağırmaktadır. Hiç çiçeği açmamış olan bir saksı itinayla seçilir, bisikletin selesine atılır ve derhal eve getirilir. Fakat evde çiçeklerden ikisinin açmış olduğu hayretle görülür. Herhalde yanlış saksı gelmiş olmalı.
Sayımda hata mı var?
Birkaç dakika sonra, sol taraftaki tomurcuklardan birinin de açmış olduğu görülür. “Herhalde az önce yanlış saymışım!”
Kaşla göz arasında!
O tomurcuklar da biraz sonra bu hale gelir. “Hayır, yanlış görme yok, bütün bunlar, ben arkamı dönünce olup bitiyor.”
Önce böyleydi
. . . Ve bütün saksı, önce bu vaziyette iken . . .
Göz göre göre böyle oldu!
Birkaç saat içinde bu hale geliyor!
Sürprizler bitmiyor
Başlangıçta tamamı tomurcuk halindeki saksının gün içinde aldığı durum da bu. Bu sırada fotoğraf makinesinin içindeki film bitmiştir; deklanşöre basılır, fakat makine resim çekmediği halde bir yerlerden bir “tık” sesi işitilir. Etraf dikkatlice kontrol edilir. O da ne? Bir yavru serçe cama konmuş, içerisini seyretmektedir. Hemen camın yanındaki kapıya koşulur, kapı açılır. Fakat kuş göz açıp kapayıncaya kadar kayıplara karışmıştır. Çaresiz, tekrar içeri dönülür, kapı kapatılır, makineye yeni film konur. Derken bir sürpriz daha:
Bir misafirimiz var
Kuş içeri girmiş, Risale-i Nur Külliyatı ile Av. Bekir Berk’in kitaplarını fon yapmış, bize poz vermektedir! Resim çekmemize itirazı olmaz; fakat ikramları da kabul etmez.
Gerçekse kuş nerede, hayalse bu resim ne?
Bir süre sonra da kendisine bir köşe bulur, uyuyakalır. Ertesi sabah ise ortada birkaç tüyden başka eser bırakmaksızın, esrarengiz bir şekilde kaybolmuştur. Her taraf kontrol edilir, kaçabileceği hiçbir deliğin olmadığı görülür (veya zannedilir). Hattâ bir ara, tıpkı çiğdemlerin âniden açmasında olduğu gibi, “hayal görmüş olabileceğimiz” düşünülür. Fakat resimler, burada böyle bir olayın cereyan etmiş olduğunu açıkça kanıtlamaktadır. En doğrusu, herhalde Dr. Osman Birgeoğlu’nun yorumu: “Biri bitkiler, biri hayvanlar taifesinden iki temsilci, Tabiat Risalesini böyle alkışlamış olmalı.”
… Ve maceranın Türkiye’deki isimsiz kahramanları
Bizim resmini çekemediğimiz, ama ebedî âlemlerde gösterime girmek üzere en ince ayrıntısına kadar kaydedildiğinde şüphe olmayan nice tablolardan birini Şemseddin Akbulut anlatmış. Bir hizmet böyle nice isimsiz kahramanların hesapsız gayretleriyle inşa edilir; sonra da … (biz susalım, sözü Şemseddin Akbulut’a bırakalım):
1975 senesinde Ankara şehirler arası terminalinde Fırıncı ağabeyle karşılaştım. Ben İstanbul’a dönecektim. Onlar ise Samsun’a gidiyorlardı. Samsun otobüsünde konuşurken birde baktım ki sabah namazında Hamdi Sağlamer ağabeyin evindeyiz. Fırncı ağabey ve Ahmed Apay Amerika’da neşr olan Nur (The Light) mecmuası için abone çalışması yapıyorlar. Beraberce Samsun, Trabzon ve Rize’ye gittik. O zaman bir yıllık abone 1000 (bin) liraydı. İsteyen kendi adresine veya dünyanın herhangi bir yerindeki bir kişi veya üniversite kütüphanesi gibi bir yerin abone ücretini verip katılıyordu. Rize’de Hacı Mustafa Uzun ağabeyimize uğradık. Çıkarıp on abone parası verdi. Biz sevinçle dışarı çıkarken bizi durdurdu. ”Yahu durun, akşam eve gidince yengenize anlatınca o niye benim için de abone etmedin derse ben ne cevap vereceğim” deyip bir on abone parası daha verdi. Biz yine çıkmaya davranınca bizi yine durdurdu. ”Kardeşim ahirette hesap günü terazi kurulunca benim hayır hanesi kefeme kuvvet verin bastırın” deyip çıkarıp on abone parası daha verdi. O seyahatimizde böyle çok güzel hatıralar yaşadık. Allah (cc) hizmette zerre kadar emeği olan herkesten ebediyyen razı olsun. Amin.